Washington’dan Ankara’ya uzanan samimiyet, Trump-Erdoğan İlişkisi ne anlatıyor?
Dış politika bir satranç tahtasıysa, liderler de bu tahtada birer taş.
Ama bazen taşlar kuralları unutur, insani duygular devreye girer, strateji yerini samimiyete bırakır.
Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan arasında yaşanan sıcak ilişki, işte tam da bu denklemde beklenmedik bir istisna gibiydi.
Peki bu samimiyet kimleri sevindirdi, kimleri kaygılandırdı? Daha önemlisi, Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir dönemin habercisi mi?

Trump’ın “Erdoğan’ı seviyorum” sözü, Amerikan tarihinde alışık olmadığımız bir lider diliydi. Erdoğan da bu yaklaşımı karşılıksız bırakmadı. Aralarında kurulan bu kişisel diplomasi dili, zaman zaman klasik kurumlar arası ilişki biçimlerini ikinci plana itti.
Trump döneminde Türkiye, S-400 krizi gibi devasa başlıklar yaşamasına rağmen, ağır yaptırımlar yerine daha esnek bir sürece girdi. Bu da gösterdi ki liderlerin kişisel ilişkileri, diplomasinin gidişatını fazlasıyla etkileyebiliyor.
Bu yakınlık, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ön planda tutan kesimleri mutlu etti. Ancak bazı kesimler bu ilişkiden rahatsız oldu.
ABD içindeki bazı bürokratik yapılar ve Türkiye’de Batı’ya mesafeli duran muhalifler, bu yakınlaşmayı “fazla kişisel” ve “istikrarsız” buldu. Kurumsal ilişkiler yerine kişisel bağlara yaslanan diplomasi, elbette kırılganlık taşır. Ancak bu kırılganlık, bazen değişimin de kapısını aralar.
Şimdi yeni bir dönem başlıyor. ABD’de yeniden bir seçim havası, Türkiye’de ekonomik ve siyasi dönüşüm beklentileri var. Trump geri dönerse, Erdoğan ile ikinci bir “yakınlık dönemi” başlayabilir mi? Yoksa Biden gibi daha kurumsalcı bir liderle ilişkiler yeniden soğur mu?
Ancak şunu unutmayalım
“Devletler arasında ebedî dostluklar yoktur, ebedî çıkarlar vardır.”
Fakat çıkarlar, samimiyetle buluştuğunda, barış daha mümkün hale gelir.
İki ülke arasındaki inişli çıkışlı ilişki, belki de bir gün kalıcı stratejik ortaklığa dönüşebilir.
Çünkü tarihin akışı bazen, samimi bir tokalaşmanın ardından değişir.