Yürek yakan felaketler
Bir felaketin acısını daha hazmedemeden, yenisiyle sarsıldık.
Bir felaketin acısını daha hazmedemeden, yenisiyle sarsıldık.
Öbür tarafın cehennemine gerek yok. Biz bu ülkede, isimlerini saymakta zorlandığımız felaketlerin içinde cehennemi yaşıyoruz zaten.
Bir bina yapılırken ilk hesaplanan şey maliyettir. Ama insan hayatı hiçbir zaman maliyet unsuru olarak görülmez. Oysa hayatını kaybeden bir can, ardında koca bir boşluk bırakır. Bu boşluk, sadece ailelerin yüreğinde değil, toplumun vicdanında da kalıcı izler bırakmalıdır.
Daha Bolu’da 78 canımızı alan otel yangınının ateşi sönmeden, Konya’dan gelen haberle yeniden sarsıldık. Bu kez 30 yıllık bir bina, beton yığınına dönüşerek altında yaşamları ezdi. Peki, bu topraklarda insan hayatı neden bu kadar ucuz?
Facialar ansızın gelmez derler, ama Konya’daki trajedi resmen “geliyorum” demiş. Binanın sakinleri, çökmekten korktuklarını yetkililere söylemişler. Çatırtılar duyulmuş, bina zaten tehlike sinyalleri veriyormuş. Ama kimse kılını kıpırdatmamış. Sonuç? Betonun altında sıkışan hayatlar, ihmallerle büyüyen acılar… Yıkılan sadece bir bina değil; insanlığın vicdanıdır.
Mezarlarımızı kendimiz inşa ediyoruz
Bu ülkede binalar güvenli birer yuva değil, birer mezar haline geliyor. Para kazanma uğruna güvenlik standartlarından ödün verenler, insan hayatını yok sayanlar… Çöken bu binanın temeline kazınan asıl suç, sistemin umursamazlığında gizli. 30 yıl önce yapılan bir bina neden aniden çöküyor? Çünkü işin başından itibaren hesaplanan tek şey maliyet olmuş. İnsan hayatını düşünmek, bu hesaba dahil edilmemiş.

Sorumlular nerede?
Facialardan sonra hep aynı sorular sorulur: “Kim suçlu? Hangi tedbirler alınmadı?” Ama artık bunlar kısır döngüye dönüştü. Asıl mesele şu: Bu ihmaller zincirini kim kıracak? Sorumluluğu paylaşması gereken kim varsa, her biri suçu bir diğerine atıyor. Denetimi yapmayan yetkililer mi, binayı yaparken malzemeden çalanlar mı, yoksa tüm bu sistemin çarklarını işleten düzen mi?
Felaketlerden ders çıkarmayı öğrenmek
Her enkaz, yalnızca kaybedilen hayatları değil, insanlığımızı da sorgulatan bir mesajdır. Ancak biz bu mesajları almaktan hep kaçıyoruz. Sorun yalnızca geçmişin ihmalleri değil, geleceğin önlemlerinin hâlâ alınmıyor oluşudur. Yapı denetimleri daha şeffaf yapılmalı, riskli binalar tahliye edilmeli, bu ülkenin coğrafyasına uygun güvenlik standartları belirlenmelidir. Aksi halde her çatırtı, yeni bir felaketin habercisi olacaktır.
İnsan hayatının bedeli bu kadar mı ucuz?
Bir bina yapılırken, maliyeti düşünmek elbette önemli. Ama hiç kimse, bir insan hayatının bedelini hesaplayamaz. Hayatını kaybeden her bir can, ardında bir boşluk bırakır. O boşluk, sadece sevdiklerinin yüreğinde değil, toplumun vicdanında da derin yaralar açar.
Konya’daki enkazdan sağ çıkarılanlar, bize hâlâ umut olduğunu gösteriyor. Ama o umut, yalnızca enkaz altından çıkan bir nefesle sınırlı kalmamalı. O umut, yeni faciaların yaşanmaması için alınacak önlemlerle büyütülmelidir. Çünkü mucizelere bel bağlamak yerine, yaşamı güvence altına alan bir sisteme ihtiyacımız var.
Cehennemden çıkış var mı?
Bu ülkenin kaderi felaketlerle yazılmak zorunda değil. Bolu’daki yangında kaybedilen 78 can ve Konya’daki enkazda sıkışan hayatlar, bize artık bir dur dememiz gerektiğini haykırıyor. Yanan umutların, yıkılan hayatların, ihmal edilen sorumlulukların hesabını sormak hepimizin borcu.
Öbür tarafın cehennemini düşünmeye gerek yok. İnsan hayatının değersizleştiği bir ülkede yaşıyorsanız, cehennemi zaten buradan tanıyorsunuz. Sorumlulardan hesap sormadıkça, o ateş hiç sönmeyecek. Ve her felaketten sonra, hep aynı soruyu soracağız: Bu ihmallerin bedelini daha kaç masum ödeyecek?