Muhammet Yakut Geçmişte İfşa Etmişti
Can Holding’in tartışmalı yükselişi, Türkiye’de sermaye, siyaset ve medya arasındaki karmaşık ilişkileri gözler önüne seren çarpıcı bir vaka.
Kaçakçılık iddialarından medya imparatorluğuna uzanan bu hikâye, hem ekonomik hem de etik sorgulamaları beraberinde getiriyor.
Devletimizin bu tür usulsüzlüklere karşı kararlı duruşu, temiz bir toplum ve güçlü bir ülke inşa etme yolunda umut verici bir adım. İşte bu konuda ilham verici bir yazı için önerdiğim taslak:
Temiz Bir Gelecek İçin: Devletin Gücü, Milletin İradesi
Türkiye, köklü tarihi ve güçlü devlet geleneğiyle her zaman adaletin ve doğruluğun temsilcisi olmuştur.
Ancak zaman zaman, sermayenin gölgesinde yükselen tartışmalı yapılar, toplumun vicdanını yaralamış; kamu kaynaklarının kötüye kullanımı ve şeffaflıktan uzak ilişkiler, halkımızın güvenini sınamıştır.
Can Holding’in hikâyesi, işte bu sınamaların en güncel örneklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Tütün ve akaryakıt kaçakçılığı iddialarıyla başlayan bir yolculuk, önce büyük ihalelerle, ardından Türkiye’nin en etkili medya kuruluşlarının kontrolüyle sonuçlandı.
2002’deki “Duman Operasyonu”ndan 2024’teki Formula 1 İstanbul Park Pisti ihalesine kadar uzanan süreçte, Can Holding’in adı hep tartışmaların merkezindeydi.
Sahte teminat mektupları, siyasi bağlantılar ve organize suç iddialarıyla gölgelenen bu yükseliş, Türkiye’de sermayenin nasıl siyasete ve medyaya nüfuz edebileceğini gözler önüne serdi.
Ancak bu hikâyenin asıl kahramanı, devletin kararlılığı ve milletimizin temiz toplum özlemidir.
TMSF’nin 121 şirkete el koyması, Can Holding’in medya organlarının devri ve usulsüzlüklerin üzerine gidilmesi, devletimizin “temiz eller” anlayışıyla hareket ettiğini gösteriyor.
Hiçbir gayrimeşru işe izin verilmemesi, yalnızca bir hukuk meselesi değil; aynı zamanda milletimizin geleceğine duyulan sorumluluğun bir göstergesidir.
Temiz bir ülke, temiz bir toplum, ancak güçlü bir devletle mümkün olabilir.
Devletin gücü, milletin iradesinden gelir; milletimizin iradesi ise adalet, şeffaflık ve hesap verebilirlik üzerine kuruludur.
Can Holding vakası, bu değerlerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Medya gibi kamuoyunu şekillendiren bir alanın, şaibeli ellerde değil, halkın çıkarlarını gözeten bir anlayışla yönetilmesi gerektiği açıktır.
Bu süreçte, devletimizin sergilediği kararlılık hepimize ilham olmalı.
Her bir vatandaş olarak, bu mücadelede devletimizin yanında durmalıyız.
Şeffaf, adil ve güçlü bir Türkiye için, usulsüzlüklere karşı sesimizi yükseltmeli, kamu kaynaklarının doğru ellerde değerlendirilmesini talep etmeliyiz. Çünkü güçlü bir devlet, yalnızca kanunlarla değil, milletin inancı ve desteğiyle yükselir.
Can Holding’in hikâyesi, bir uyarı olduğu kadar bir fırsattır. Bu, Türkiye’nin karanlık bağlantılara geçit vermeyeceğini, her türlü gayrimeşru girişimin karşısında dimdik duracağını gösteren bir dönüm noktasıdır.
Gelin, bu mücadelede el ele verelim; temiz bir toplum, güçlü bir devlet ve aydınlık bir gelecek için omuz omuza çalışalım.
Çünkü Türkiye, sadece adaletle parlar!