Liyakat ve ehliyet: unutulan değerler
Bir devletin yükselmesi ya da çöküşü, liyakatin ne kadar değer gördüğü ile doğrudan bağlantılıdır.
Bir devletin yükselmesi ya da çöküşü, liyakatin ne kadar değer gördüğü ile doğrudan bağlantılıdır.
Osmanlı Devleti’nde yükseliş döneminde devşirme sistemi liyakate dayalı bir düzendi; devlet kademelerine en yetenekli ve ehil olanlar getiriliyordu. Ancak aynı Osmanlı, liyakatin yerini kayırmacılık ve nepotizmin almasıyla zayıflamaya başladı.
Tarih bu gerçeği açıkça önümüze seriyor. Bugün Türkiye’de bu anlayıştan ne kadar uzağız, sorgulamak gerekiyor.
Korkunun ve kayırmacılığın gölgeleri
Bir memurun, bir hâkimin ya da bir polisin, siyasi bir görüşe sırtını dayamadan görevini yapamaması, o kurumun liyakat temelli değil, güç temelli işlediğini gösterir.
Bugün ne yazık ki devlet dairelerinde korku hâkim; insanlar işlerini doğru yapsalar bile ‘acaba başıma bir şey gelir mi’ diye düşünüyor. Hâlbuki 1980’ler, Özal dönemi gibi dönemlerde liyakat ve ehliyet, alımlarda esas alınırdı. O dönemde göreve gelen birçok kişi hâlâ devleti ayakta tutmaya çalışıyor.
Devletin sistemi tıkanmış durumda
“Bugün bürokrasinin tıkanıklığını çözmek için rüşvet, torpil ya da siyasi bağlantılar olmadan hareket etmek neredeyse imkânsız hale geldi. İşe girmek için bir partiden referans aranıyor; yükselmek için ‘benim arkamda kim var’ diye bakılıyor. İşte bu durum, liyakat sisteminin ölümüdür. Eğer bir insan sadece ehliyet ve çalışkanlığıyla yükselemiyorsa, orada adaletten söz edilemez.”
Çözüm: Yeni bir liyakat reformu
“Bu tıkanıklığı çözmek, ancak liyakat temelli bir sistem inşa etmekle mümkün. Öncelikle, işe alımlarda siyasi kimlik, cemaat ya da hemşehricilik gibi unsurlar tamamen devre dışı bırakılmalı. Devlet kurumlarında korku değil, güven hâkim olmalı. ‘Ben işimi yapıyorum’ diyen bir memur, kendisini güvende hissetmeli. Ancak bu şekilde halkın devlete olan güveni yeniden tesis edilebilir.”
Sözün gücü; “Mevlâna’nın şu sözleri bugünlere ışık tutuyor: ‘Bir ulusu yok etmek istiyorsanız, önce liyakati yok edin.’ Bu cümle sadece bir uyarı değil, bir gerçeğin en net ifadesidir. Bugün ülkemizde liyakatin ön plana çıkarılması için hepimize görev düşüyor. Sözümüzü söylemeli, hakkı savunmalı ve adaleti talep etmeliyiz.”