Geçmiş geçmişte mi kaldı?
Keşke böyle bir şey mümkün olsa. Ama ne kadar istesek de geçmişi bir türlü
bırakamıyoruz arkamızda. Dilimiz ne kadar ‘‘Geleceğe, önümüze, yaşanacaklara
bakalım’’ dese de geçmiş hep orada duruyor.
Her zamanki yerinde, yani zihnimizde. Onu oradan söküp atabilir miyiz? Silebilir miyiz? Yok edebilir miyiz? Kaba kuvvet çoğu alanda olduğu gibi burada da bizi çözüme ulaştırmıyor. Bu yüzden güzellikle çözüm arayacağız.
Mesela bir uzlaşma sağlasak: geçmişimizi yargılamadan ve eleştirmeden ele alsak nasıl olur? Geçmişimizin yargılanmaya değil, sadece görülmeye ihtiyacı varsa? ‘‘İnsanın kendine yaptığı kötülüğü kimse yapmaz’’ diye bir söz var. Gerçekten kendimize karşı ne kadar acımasız davrandığımızı fark ediyor muyuz? Geçmişi geçmişte bırakmamamız/bırakamamamız da bu yüzden olabilir. İnsan şefkatten o kadar mahrum bırakır ki kendini, artık iyi hissetmeye hakkı yok gibi davranır. Sürekli geçmişi düşünür. Geçmeyen geçmişi. Dışardan biri görse ya da duysa ‘‘Buna mı takıldın?’’ der. Ama her bireyin geçmişi yaşantısı ve anıları kendine has derecede zorlayıcıdır.
Bir noktadan sonra bu hal kişinin normalini oluşturmaya başlar. Kişi artık bu normale adapte eder kendini. Çıkmaz, çıkamaz, çıkmak istemez bu normalden. Kah geçmişi suçlar, kah koşulları, kah kendini… Ama bunların hiçbiri bir çözüm vermez kişiye. Çünkü çözümü geçmişte bulmaya çalışır. Geçmiş bize sadece deneyim verir. Bazıları tercihen bazıları zoraki deneyimler. Yapılması gereken bu deneyimlerden bir ders alarak geleceği şekillendirmek. ‘‘Söylemesi kolay, peki ya yapması?’’ dediğinizi duyar gibiyim. Ama unutmayalım ki geleceği şekillendirmek için geçmişten ders almış olmalıyız. Ve ders biz öğrenene kadar devam edecektir.