Asgari ücreti açıklayanlar mersedeslerine binip gittiler, şimdi ne olacak?
Asgari ücret, bir toplumun vicdan terazisidir. İnsanların alın terinin karşılığını belirleyen, onların onurlu bir yaşam sürmesini sağlayan temel bir ölçüttür.
Asgari ücret, bir toplumun vicdan terazisidir. İnsanların alın terinin karşılığını belirleyen, onların onurlu bir yaşam sürmesini sağlayan temel bir ölçüttür. Ancak bugün görüyoruz ki, bu terazi çoktan bozulmuş durumda. Asgari ücreti belirleyenler, toplantıların ardından devletin lüks makam araçları olan Audi ve Mercedes’lerine binip hayatlarına devam ederken, milyonlarca insan 22.104 TL ile bir ay nasıl geçineceğini düşünüyor. Bu, adaletin ve vicdanın yerle bir edildiği bir düzenin acı tablosudur.
Devlet, harçlara ve cezalara %44 ile %80 arasında zam yaparken, kendi emekçisine, halkına %30 zam yapıyor. Resmen diyor ki: “Sürünün, başınızın çaresine bakın.” Oysa bu devletin varlık sebebi, halkının refahını sağlamak değil midir? Halkı geçim derdine düşen bir devletin ne itibarı kalır, ne de geleceği.
“Adaletin terazisi bozuldu”
Asgari ücret toplantıları bir kez daha milyonların hayal kırıklığıyla sonuçlandı. İnsanların yaşam mücadelesini belirleyen bu toplantılardan çıkanlar, lüks Audi ve Mercedes’lerine binip gittiler. Arkalarında ise geçim savaşı veren, her sabah karın tokluğuna işe giden bir halk bıraktılar. 22.104 TL ile bir ay boyunca geçinmeye çalışan insanlara “başınızın çaresine bakın” denildi. Böyle bir haksızlık tarihte görülmemiştir.
Devlet harçlara, cezalara ve vergilere %44 ila %80 oranında zam yaparken, emekçisine %30 zam veriyor. Bu, alenen “Size daha fazlası layık değil” demektir. Halkın sofrasına bir parça ekmek koyması bile imkânsız hale gelmişken, devlet bu yükü hafifletmek yerine artırmayı tercih ediyor. İşte bu, bir devletin en büyük utancı olmalı.
Seçim meydanlarında “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyerek oy isteyen siyasetçiler, koltuklarına oturduktan sonra vaatlerini unutarak halkını yokluğa ve açlığa mahkûm ediyor. Bu, sadece siyasetin değil, aynı zamanda toplumsal vicdanın da iflas ettiğini gösteriyor. Böyle bir ülkede kim yaşamak ister ki?
Halkını ezen, emeğini hiçe sayan her parti ve siyasetçi, geçmişte olduğu gibi, elbet bir gün halk tarafından cezalandırılacaktır. Tarih, halkın gücünü ve sabrının sınırlarını gösteren derslerle doludur. Bugün halkın refahını hiçe sayanların, yarın adaletin önünde durma vakti gelecektir.
Erdoğan’dan bu haksızlığa itiraz etmesini, halkın yanında durmasını bekledik. Onun yetkisini koyup adaleti sağlamasını umduk. Ancak o da halkını hayal kırıklığına uğrattı. Zenginlik ile fakirlik arasındaki uçurum giderek büyüyor ve bu durum, toplumsal huzuru derinden sarsıyor.
Victor Hugo’nun sözleri bu durumun en iyi özetidir: “Bir toplumun asıl ayıbı, zenginlerin sefahat içinde yaşaması değil, fakirlerin sefaletten ölüyor olmasıdır.” Bugün soruyoruz: Hangi vicdan bu ayıbı taşıyabilir?
Bu halk, bir gün adaletin terazisini yeniden eline alacak. Çünkü bu toprakların mayasında adalet, onur ve direniş vardır. Ve unutulmamalıdır ki, halkına zulmeden bir yönetim, eninde sonunda kendi sonunu hazırlar.
Adaleti sağlamak için geç kalmadan harekete geçmek şarttır. Çünkü bir ülke, ancak halkı mutluysa ayakta kalır,
Adaletsizlikle ise ne devlet yaşar, ne de insan, Çünkü bir insan, yalnızca ekmekle değil, onuruyla yaşar. Ve onur, adaletin olmadığı yerde nefessiz kalır