Adaletin Maskesi: Sahte savcı vakası ve güvenin çöküşü
Savcı, polis ya da hakim gibi görevlerdeki isimlerin arkasına saklanarak yapılan dolandırıcılıklar, bireylerin adalete olan inancını sarstığı gibi, hukuk düzeninin zayıfladığı algısını da besler.
Son zamanlarda Hakan Ali Durmuş’un “resmi belgede sahtecilik”, “kişinin kamu görevlisi olduğunu söylemesi suretiyle dolandırıcılık”, “hırsızlık” ve “kamu görevinin usulsüz üstlenilmesi” suçlarından yargılandığı dava dikkatleri üzerine çekti. Savcı kılığına girip insanları dolandırdığı iddiasıyla 27 yıla kadar hapis cezası talebiyle mahkemede hesap verecek olan bu sanık, aslında toplumda derin bir güven krizini gözler önüne seriyor.
Peki, böyle bir durumda en büyük mağdur kim?
Elbette bu dolandırıcılıkların hedefi olan vatandaşlar. Ancak daha geniş bir perspektiften baktığımızda mağdur olan sadece bireyler değil, toplumsal yapının kendisi. Adaleti sağlayan kurumlara duyulan güven yıkıldığında, toplumun temel taşlarından biri olan hukuk devleti ilkesi de ciddi bir yara alır.
Durmuş’un iddia edilen eylemleri devlet gücünün temsili olan bir makamı suiistimal ederek kişisel çıkar elde etme çabasının en somut örneklerinden biri. Bu olay, devlet kurumlarını koruma ve denetleme mekanizmalarının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Çünkü bir kişi kendisini bir savcı olarak tanıtacak cesareti bulabiliyorsa bu durum hem yargı kurumlarının hem de toplumun üzerinde düşünmesi gereken ciddi bir zafiyete işaret eder.
Bu noktada, toplum olarak üzerimize düşen görev adalete olan güvenimizi kaybetmemek ve bu güveni yeniden tesis etmek için mücadele etmektir. Ancak, bu mücadelenin yalnızca devletin değil aynı zamanda vatandaşların da aktif katılımıyla yürütülmesi gerektiğini unutmamalıyız. Her bir bireyin hukuka sahip çıkması, dolandırıcılara karşı uyanık olması ve şüphe duyduğu her durumu yetkililere bildirmesi böylesi vakaların azalmasına yardımcı olacaktır.
Hakan Ali Durmuş’un davası yalnızca bir dolandırıcılık hikayesinden ibaret değil; aynı zamanda adalet sistemine duyulan güvenin ne kadar kolay yıkılabileceğinin acı bir göstergesidir.
Bu güveni tekrar inşa etmek ise hem hukuk sistemine hem de topluma düşen bir sorumluluktur.