İnsan Hakları Günü, haklar var ama insanlık nerede?
İnsan hakları, kağıt üzerinde varlığını sürdürürken, pratikte dünyanın birçok yerinde katlediliyor.
Her yıl 10 Aralık’ta kutlanan İnsan Hakları Günü, insanlık adına büyük bir umut taşır. Ancak bugün, bu umutla yüzleşirken şu soruyu sormadan edemiyoruz: Gerçekten insan hakları tüm dünyada uygulanıyor mu, yoksa bu sadece kelimelerden ibaret bir ideal mi?
Her yıl olduğu gibi bu yıl da “insan hakları” kavramı kürsülerden, medya organlarından ve çeşitli etkinliklerden yankılanacak. Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nden alıntılar yapılacak, özgürlük ve adalet vurgulanacak. Peki, bir soru soralım: Gerçekten insan hakları var mı, yoksa bu sadece süslü kelimelerden ibaret bir ütopya mı?
Dünyanın kanayan yaraları; Bugün dünyanın dört bir yanında yaşananlara baktığımızda, insan haklarının sadece kâğıt üzerinde kalan bir ideal olduğunu görüyoruz. Bombaların altında ezilen masum çocuklar, savaşın ve açlığın ortasında hayatta kalmaya çalışan milyonlarca insan, din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımcılığına uğrayanlar… Her biri insanlık onuruna karşı işlenmiş birer suç.
Filistin’de yıkılan evler, Myanmar’da etnik temizlik, Doğu Türkistan’da asimilasyon, Suriye’de bitmek bilmeyen savaş… İnsan hakları savunucularının tüm söylemlerine rağmen, bu acımasız düzen değişmiyor. Eğer insan hakları varsa, bu kadar zulüm nasıl açıklanabilir?
İnsan hakları kimin için? Dünya genelinde yaşananlara baktığımızda cevap oldukça acı verici. İnsan hakları, kağıt üzerinde varlığını sürdürürken, pratikte dünyanın birçok yerinde katlediliyor.
İnsan hakları mı, katliam hakları mı? Bugün dünyanın dört bir yanında çocuklar savaşlarda ölüyor, kadınlar zulme uğruyor, azınlıklar sistematik olarak baskı altına alınıyor. Yoksulluk, açlık, sömürü ve adaletsizlik ise hayatın sıradan bir gerçeği haline gelmiş durumda. İnsan hakları evrensel bir kavram olarak tanımlanıyor ama bu “evrensellik” sadece güçlülerin sınırları içinde geçerli.
Ortadoğu’da bombalar altında kalan çocuklar, Afrika’da açlıktan hayatını kaybeden anneler ve Avrupa sınırlarında donarak ölen göçmenler… Hepsi insan hakları kavramını sorgulamamıza neden oluyor. Eğer gerçekten insan hakları varsa, neden bu kadar insan onurundan mahrum bırakılıyor?
Güçlülerin hukuk’u; Bugün dünya düzenine baktığımızda, insan haklarının sadece güçlülerin çıkarlarına hizmet ettiğini görmek zor değil. Uluslararası hukuk, adalet ve insan hakları kavramları, güç dengelerine göre şekilleniyor. Bir yerde insan hakları için mücadele edilirken, başka bir yerde aynı haklar sessizlikle geçiştiriliyor.
Örneğin, Batı dünyasında bir terör saldırısı yaşandığında herkes ayağa kalkıyor. Ancak aynı anda Ortadoğu’da binlerce insanın bombalar altında hayatını kaybetmesi, sadece haber bültenlerinde birkaç saniyelik bir başlık olarak geçiyor. Bu durumda insan haklarının gerçekten evrensel olduğuna inanmak mümkün mü?
İnsan hakları nerede başlar? Eğer insan haklarını savunacaksak, işe önce kendi vicdanımızdan başlamalıyız. Mevlana’nın dediği gibi: “Dünya, bir kişinin kalbini kırarak düzelmez.” İnsan hakları, bir devletin, bir kurumun ya da bir topluluğun insafına bırakılamaz. İnsan hakları, önce bireyin kendi vicdanında başlar.
Eğer kendi mahallemizde adaletsizliği görmezden geliyorsak, başka bir ülkede insan hakları için yapılan ihlalleri eleştirme hakkımız var mı? Eğer kendi ülkemizde zayıfı ezip, güçlüyü yüceltiyorsak, başka bir coğrafyada yaşanan zulüm için ne kadar samimi olabiliriz?
İnsanlık için yeni bir başlangıç; İnsan Hakları Günü, sadece bir kutlama günü değil, bir yüzleşme günüdür. Bugün, insanlığın nerede hata yaptığını ve bu hataları nasıl düzeltebileceğimizi sorgulamak zorundayız. İnsan haklarını savunmak için önce insanlığı savunmamız gerekiyor. Ve bu, küçük bir farkındalıkla başlayabilir, Bir kişinin hakkını savunmak, tüm insanlığı savunmaktır.
Şu soruyla bitirelim: İnsan hakları var mı, yoksa sadece biz mi varmış gibi yapıyoruz? Belki de bu sorunun cevabı, insanlığın geleceğini belirleyecek. Çünkü haklar, kelimelerle değil, eylemlerle anlam kazanır. İnsan hakları ancak insanlıkla var olabilir. Ve biz, insanlık için hala bir şeyler yapabiliriz. Ama önce, samimi olmamız gerekiyor, insan hakları sözde kalmasın diye bir kez daha düşünelim: “Hak” dediğimiz şey, güçlünün değil, mazlumun sesi olmalı. Çünkü adalet, ancak herkes için varsa adalettir.