Emek mücadelesi
Baş eğmek ve baş eğdirmek, her iki durumda da mücadelesiz ve karşı koymaksızın, dolayısıyla barışçıl ve huzur getiren bir yolmuş gibi duruyor ilk başta. Oysa incitmemek için, karşınızdakini rahatsız etmemek için bakışlarınızı eğmeniz bazı durumlarda gerekli olabiliyor. Bu, sizi nezaketli ve erdemli yapan bir özellik olmakla birlikte bir zorbalık, haksızlık veya adaletsizlik karşısında hatta doğru bilmediğiniz bir durum karşısında başınızı eğmeniz sizi yer ve bitirir. Kim ister böyle bir kişiliğe sahip olmayı? Ufka, geleceğe bakmak varken kim ister başını eğmeyi?
Eğer bıçak kemiğe dayanmamışsa çoğunluk, haksızlık ve zorbalık karşısında başını eğmeyi, görmezden gelmeyi seçebilir. Kolayına gelen budur. Mücadelenin yaratacağı bilinmezlikten ve karmaşadan korkar. Gündelik düzeninin, rutinlerin, garanti edilmiş konforun uzağına düşebilme riski endişelendirir toplumları. Özellikle de mevcut işleyişlerin bir ucundan iyi-kötü yararlanabilen ve getiri sağlayan insanlar, gruplar seslerini çıkartmazlar.
Bazen, bazı gözü pek ve ufka bakan toplum kesimleri aşar bu korku duvarını…
Başını dik tutma davranışı sadece bu kadarı bile alnı açık bir biçimde dünyanın bütün çirkinliğine ve haksızlığına gözünü dikip bakabilmek başlı başına bir cesaret… Duru bir bilinç, onur, gönenç ve kişilik göstergesi. Baş eğdirme çabası ve komutu ise bu saydıklarımın tam tersi. Hatta daha da kötüsü korkaklık ve ancak zorbalıkla, şiddetle ilişki kurabilecek kadar niteliksizlik göstergesi…
Özgürlüğümüzü ve ileri düzeyde insan haklarına dayalı bir demokrasiyi gerçekleştirmek için kentsel yaşam bizleri ha-bire hazırlıyor, kışkırtıyor ve akıntıya karşı dururken alnımıza çarpan rüzgar düş gücümüzü ve daha özgür, yaratıcı ve adil bir yaşam umudunu durmadan tazeliyor…
“Hayat dediğimiz koca bir kara kutudur. Tüm hikâyelerimiz orda saklıdır. Birey ya da toplum açısından fark etmez. Bazen tersten eser rüzgâr. İzlediğimiz her görüntü, dinlediğimiz ya da dillendirdiğimiz her söz anlamını yitirmiş gibi olur. Şarkımızı, şiirimizi, sevdamızı unutmuş gibi oluruz. Ancak en zor durumda bile bizi yalnız bırakmayan bir umut vardır…
Günlerin getirdiği acı ve hüzün de olsa, yanı başımızda umut duyumsatıyorsa kendini, sorun da zorluk da bu hayata vız gelir.
İnsanlık en çok ihtiyaç duyduğu zamanda uzanmış bir yardım eli gibidir ama bu el dışarıdan değil, kendi içimizden uzanan duygu yüklü bir eldir. İnsana dair duyuş ve düşünce biçimlerinin en güçlüsü, en görkemlisidir. Adı umuttur… Onun üzerine nice kitaplar yazılmış, şarkılar bestelenmiş, şiirler söylenmiştir.
Zorbaya baş eğmemek, fırtınaya karşı başını dik tutmak ve cesaret, fiziksel olarak ne kadar donanımsız olursanız olun, 7 ya da 17 yaşında bir çocuk olsanız bile, sizi güçlü ve erdemli yapar hem de tarihi değiştiren aktörlerden biri…
Mağlup olduğumu sandığım bütün savaşlardan omurgam dimdik çıkmışım…
Dikenli yollardan yalın ayak geçmişim…
Ayağım taşa takılsa gökteki yıldıza inanmışım…
Yapamam sandığımı yapmış…
Gidemem diye düşündüğüm yollara gitmişim…
Her şeyi başarmışım da,
En çok kendimde kaybolup,
En sonunda kendime kavuşmuşum…